Geçtiğimiz yıl içerisinde Cumhurbaşkanlığı Kararı ile müzeden camiye dönüştürülerek ibadete açılan Ayasofya’nın İslam dininin öngördüğü ahlak, inanç ve hoşgörü esaslarından çok daha başka konulara sahne edildiğine büyük bir öfkeyle şahit olmaktayız.
Mevcut Diyanet İşleri Başkanı’nın, caminin Temmuz 2020’deki açılışı esnasında verdiği hutbede, imayı da bir kenara bırakarak, açıktan Atatürk’e “Vakıf malı dokunulmazdır, dokunanı yakar. Vakfedenin şartını çiğneyen lanete uğrar” şeklindeki ağır beddua ve hakaretleri hala hafızalarda tazeliğini korumaktadır. Bu kez üzerinden bir yıl bile geçmeden bir başka imamın aynı kürsüden yine açıkça Atatürk’ü hedef alarak “…Bunlardan daha zalim ve kâfir kim olabilir? Yarabbi bir daha bu zihniyetin bu ümmetin başına gelmesini mukadder buyurma…” sözlerine tanıklık etmiş bulunmaktayız.
Ve açıkça söylemeliyiz ki, bahsi geçen imamın, üstelik hükümet üyelerinin de camide bulunduğu esnada sarf ettiği bu beddua ve hakaretler, bardağı taşıran son damla olmuş; toplumu sinir uçlarına dokunan, kutuplaştırıcı, fitne maksatlı kötü niyeti de gözler önüne sermiştir.
Bilmek istemeyen zihinlere, görmek istemeyen gözlere ve duymak istemeyen kulaklara bir kez daha hatırlatmak isteriz:
1453 yılında İstanbul’u Fatih Sultan Mehmet fethederek Türk yurdu haline getirmiştir. Ancak o aziz topraklar, 1. Dünya Savaşı sürecinde İngiliz işgaline uğramış, bir nev’i Mehmet Akif Ersoy’un deyimiyle “mabedimizin göğsüne namahrem eli” değmiştir. Fakat Mustafa Kemal Atatürk, istiklal mücadelesinin fitilini ateşlemiş ve İstanbul’u İngiliz esaretinden kurtararak ilelebet Türk yurdu haline getirmiştir.
Atatürk, bu milletin ortak değeri ve değişmez tek önderidir. Halihazırda Türkiye Cumhuriyeti sınırlarında şanlı bayrağımız özgürce dalgalanıyor ve ezanlar her vakit minarelerden arşa yükseliyorsa; bu hürriyet O’nun eseridir.
Her kim ki, Atatürk’e dil uzatacak, hakaret edecek cesareti kendinde buluyorsa, kullandığı dilin 1915’te İngilizlerin İstanbul topraklarında kullandığı işgalci dilden farkı yoktur. Kendi benliğini inkar içindedir. Ekmeğini yiyip, suyunu içtiği vatana ihanet içindedir. Ve sadece Atatürk’e değil, topyekün Türk Milleti’ne hakaret içindedir.
Oysa o imamın ve onun zihniyetindekilerin anlaması gerekir ki, kadrosu altında bulundukları Diyanet İşleri Başkanlığı’nı da Atatürk kurmuştur. Kuran’ı Kerim’in ilk tefsirini de Atatürk yaptırmıştır. “Mabedlerimizin göğsünden namahrem elini” de Atatürk def etmiştir. Bunları görmemek için ya cahil olmak ya da büyük bir ihanet içinde olmak gerekir.
Bizler, Atamızın bize en büyük mirası olan Cumhuriyeti ve bu topraklarda özgürce, kardeşçe yaşama alışkanlığımızı her türlü fitneye, zorbaya, bölücü ve bağnaz düşünceye karşı onurla korumaya devam edeceğiz. O fitneci, zorba, bölücü, bağnaz kafaları da en iyi bildiğimiz yola, hukuka havale edeceğiz.
Nitekim, Türk Milleti’nin ortak değeri olan, Cumhuriyeti ve vatan toprağını bizlere miras bırakan Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’e, O’nun aziz hatırasına saldıran kişiler hakkında gereğini yapmak üzere vazife adı Cumhuriyet ile özdeşleşen savcılarımıza çağrıda bulunuyoruz.